MACARİSTAN

Nereleri Gezdik?

Osmanlı yadigârı Eğri tatlı şarabın yurdu Tokaj

Budapeşte’ye 142 kilometre uzaklıktaki Eğri, küçük bir kasaba. Ancak kalesi, katedrali, Osmanlı evleri, meydanlarındaki heykelleriyle nice şehri kıskandıracak kadar güzel. Başkente trenle üç saat uzaklıktaki Tokaj bölgesi ise tüm dünyada Tokay şaraplarıyla, mahzenleriyle tanınıyor. Okurlarımızdan Doktor Erhan Ateş, yaz başında bölgede kısa bir yolculuğa çıktı, izlenimlerini Hürriyet Seyahat için yazdı.

Macaristan’ın başkenti Budapeşte, ailece çok sevdiğimiz, gerek turlarla gerekse kendi imkânlarımızla sık ziyaret ettiğimiz güzeller güzeli bir şehir. Yurtdışına çıkan pek çok Türk turistin de öncelikli tercihleri arasında. Bu yıl Budapeşte gezisi gündeme geldiğinde, farklı bir rotada keşif turuna çıkmaya karar verdim. Türkçe Eğri ismiyle anılan, Eğri kasabası ve Tokaj bölgesini seçtim. Eğri kasabası, Avrupa’nın en kuzeyindeki Osmanlı eserleriyle öne çıkıyor. Tokaj bölgesi ise meşhur Tokay şaraplarıyla.

OSMANLI’YA MEYDAN OKUYAN KALE

Eğri, sırtını Bükk tepelerine yaslamış, yaklaşık 60 bin nüfuslu bir yerleşim. Hem Macar, hem de Osmanlı tarihi açısından önemli. Kalesi tarih boyunca stratejik rol oynamış. Macarlar, bölgeyi 170 yıl yöneten Osmanlı’ya karşı nadir zaferlerinden birini burada kazanmış. 1522’deki kuşatma sırasında Eğri Kalesi’ni koruyup, Osmanlı’yı geri püskürtmüş. Bu olayın Macar ulusal bilinci açısından önemini kasabaya adımınızı attığınız anda görüyorsunuz. Kahraman kale komutanı Istvan Dobo’nun dev heykeli, şehrin ana meydanına yerleştirilmiş. Tarihi zaferi anlatan “Eğri’in Yıldızları” isimli romanın Macaristan’da çok meşhur olduğunu, Macar hekim arkadaşlarımdan duymuştum. İlginçtir, Macarlar 1552’de kurtardıkları Eğri’yi 1596’da Sultan 3. Mehmet’in Eğri seferinde Osmanlı ordusuna teslim etmiş. Osmanlılar bu bölgede kaldıkları 1.5 asırda kasabada pek çok cami ve hamam inşa etmiş.

Eğri’ye ulaşınca, kasabanın en dikkat çekici yapısı olan katedrale yakın geniş caddelerden birisine otomobilimi park ettim. Dev heykelin konumlandığı ana meydana açılan sokaklarda dizilen kafelerden birinde kahve içip soluklandım. Meşhur Eğri Kalesi’nin şehir meydanına çok yakın olduğunu gördüğümde ziyadesiyle sevindim. Kaleye çıkmak, hiç yorucu olmayacaktı. Kaleye yaklaşınca, Osmanlı’dan kalma bir dizi eski evle karşılaştım.
Eğri Kalesi’nin girişi oldukça heybetli. Yakınlarda onarım gören kalenin avlularında dolaşmak, surların üzerinden kasabayı seyretmek büyük zevk. Kasabanın en dikkat çeken yapısı katedral olsa da, Osmanlı minaresi rol çalıyor. Zamanın görkemli camisinden geriye sadece bu minare kalmış. İnce ve uzun, sevimli bir kalem gibi gökyüzüne uzanıyor. Cesaretine güvenenler 97 basamağı tırmanıp minarenin şerefesine çıkabiliyor. Ben minareyi kalenin surlarından izlemekle yetindim. Küçük bir meydanın ortasına Mısır obeliskleri gibi dikilmiş tek başına duran narin minare o kadar fotojenik ki. Her açıdan fotoğrafını çektim. Minarenin tepesinde hem haç hem de hilal bulunması ve bu gerçeği aniden keşfetmek, heyecan verici.

HAMAMDA KLASİK TÜRK MÜZİĞİ ÇALIYOR

Eğri Kalesi’nin içi, hendekler ve avlularla dikkat çekiyor, içi her zaman kalabalık. Avlularda dolaşırken amatör okçuların yarışmasına rastladım. Geleneksel kıyafetli okçular surlardaki hedeflere nişan alıyordu. Kalenin müzesi de görülmeye değer. Ziyaretçileri elçiliğimizin bağışladığı yeniçeri kıyafetli bir manken karşılıyor. Vitrinlerde Osmanlı kuşatmasındaki savunma planları sergileniyor. Eğri savunmasını anlatan epik romanın yazarı Geza Gardonji de Eğri doğumlu. Mezarı kalenin içerinde. Tüm Macar öğrencilerin okuduğu bu romanın “Eclipse of the Crescent Moon” isimli İngilizce tercümesini ilk fırsatta okumaya karar verdim. Keşke Türkçeye de çevrilse…
Eğri Kalesi ve Eğri minaresi beni sanki Osmanlı dönemine ışınlamıştı. Bacası hâlâ tüten Osmanlı hamamını görmek için kasabanın içlerine yürüdüm. Török fürdö, yani Türk banyosu, restore edilmiş, yenilenip tekrar hizmete sokulmuş. Kasabanın popüler mekânlarından biri olmuş. Beni en çok şaşırtan özelliği ise, içeri adım attığımda kulağıma gelen klasik Türk müziğiydi. Resepsiyonda sunulan müzik yayını akla hemen Dede Efendi ve Itri’yi getiriyordu. İlan tahtasında Gül Baba isimli gül banyosunun da verilen masaj hizmetinin bir parçası olduğu yazılıydı.

KÜÇÜK KASABANIN DEV KATEDRALİ

Hamam çıkışında ana meydana döndüm, dev heykeli çevreleyen lokantalardan birisine oturdum. Kemancının müziği eşliğinde öğle yemeğimi yedim. Eğri’i ziyaret etmekle ne kadar doğru bir karar verdiğimi düşündüm. Sonra dev boyutlardaki Eğri Katedrali’ne gittim. Katedral, yüzyıllardır piskoposluk merkeziydi. 1836’da, Macaristan’ın en büyük dini binası Estergon Katedrali’nin mimarı Jozsef Hild tarafından inşa edilmişti. Şehre hâkim konumdaki yapının çevresini heykeller, ana kapısının çevresini ise tarihi sahnelerin betimlendiği plakalar süslüyordu. İçi ferah ve etkileyiciydi.
Katedralin tam karşında “lyceum” olarak adlandırılan lise binası dikkatimi çekti. Büyük bina üniversite hayaliyle inşa edilmiş, ancak Avusturya-Macaristan İmparatorluğu’nun başkenti Viyana’dan onay alınamamıştı. Eğri kasabası, kalesi, Osmanlı yapıları, heykelleri, katedraliyle büyük şehirleri kıskandıracak bir açık hava müzesini andırıyor. Her yer yürüyüş mesafesinde. Geceyi kent meydanındaki, Senator Haz Oteli’nde geçirdim. Uyumadan önce Eğri bölgesinin meşhur kırmızı şarabı “boğa kanı”nı tatmayı ihmal etmedim. Bu şarap kuşatma anında kalede bulunanlara güç vermiş, bu nedenle kutsal kabul ediliyor.

NASIL GİDİLİR

Budapeşte’den kalkan trenlerle Eğri’e ya da Tokaj Bölgesi’ne günübirlik seyahat yapmak mümkün. Budapeşte Keleti, yani Doğu Garı’ndan kalkan trenler, 142 kilometre mesafedeki Eğri’ye 2.5 saatte ulaşıyor. 238 kilometre mesafedeki Tokaj Kasabası’na yolculuk ise üç saat sürüyor. Ben otomobil kiralamayı tercih ettim. Macaristan’ı boydan boya kat eden E71 otobanından, Eğri kasabasına iki saatte vardım. Macaristan’da otobanlarda araç kullanmak zevkli, tabelaları takip ederek önemli şehir ve kasabalara ulaşmak çok kolay. E71 otobanı, güneydoğudaki Kanije’den başlayıp Budapeşte üzerinden kuzeydoğudaki Ukrayna sınırına kadar gitmekte.

15’inci Louis, Tokay’ı şarapların kralı ilan etmişti

Eğri’den ayrıldığımda, E71 otobanı’nı kullanarak doğuya yol aldım. 1.5 saat sonra Macaristan’ın kuzeydoğusundaki en büyük şehir Nyiregyhaza’ya ulaştım. 110 bin nüfuslu şehir, Tokaj bölgesi turu için iyi bir başlangıç noktası. Şarap tadacaksanız şehirden kalkan trenle Tokaj kasabasına gidebilirsiniz. Bir başka seçenek.

otomobil kiralamak. Ben şanslıydım, Nyiregyhaza’da hekim arkadaşım Gaal Zsolt ve tıp öğrencisi oğlu Balazs’la buluştuk, birlikte Tokaj’a gittik. Yol yaklaşık 30 dakika sürdü.

TOKAY ŞARABINI OSMANLI’YA BORÇLULAR

Tokaj Bölgesi’nin şarapları dünyaca meşhur. Likör tadında, aperatif ya da yemek sonrasında tatlıyla içiliyor. Voltaire’den prenses Eugenie’ye, Kraliçe Viktorya’dan Beethoven’a pek çok ünlü isim bu şarabın müdavimi olmuş. Fransız kralı 15. Louis, 18’inci yüzyılın sonlarında, Versay Sarayı’nda düzenlenen bir davette Tokay’ı “Kralların şarabı, şarabın kralı” olarak tanımlamış. Bugün Tokay etiketlerinde yer alan “Vinum regum, rex vinorum” ibaresi bu değerlendirmeden kaynaklanıyor.
Tokaj, tüm dünyadaki şarap bölgeleri arasında üretim sınırları ilk kez belirlenen bölge. Portekiz’deki Porto bölgesinden ya da Fransa’nın Bordo bölgesinden çok önce şarapçılığı kurumsallaşmış. Üstelik, yüzyıllarca geriye giden Tokaj şarabı üretiminin ilk başlangıcı Osmanlı etkisiyle olmuş! 17. yüzyılın ortalarında, ağustos ayında Osmanlı’nın başlattığı Macaristan seferi nedeniyle Tokaj Bölgesi’nde üzümler toplanamamış. Rakoczi Ailesi, bağlarında kalan üzümler için bir çözüm düşünmeye başlamış. Prens György I Rakoczi’nin eşi Suzanna, ekimde buruşan, kısmen küflenen üzümlerden şarap yapmayı denemiş. Herkesi şaşırtan bir sonuç elde etmiş. Ortaya tatlı Tokay şarapları çıkmış. Geç toplanan üzümlerden elde edilen Tokay şarabına özelliğini veren, üzümlerin kabuklarına topraktan karışan bir tür mantar. Botrytis cinerea bulaşan üzüm taneleri, nemini kaybediyor, şeker miktarı artıyor.

MAHZEN DUVARINDAKİ KÜF LEZZET KATIYOR

Tokay şaraplarının üzümleri sadece Tokaj kasabası ve çevresindeki 27 köyde yetiştiriliyor. Tisa Nehri’nin kıyısındaki sevimli kasaba şarapçılıkla öne çıkıyor. Anacaddesinde pek çok kafe, şarap satan mağaza ve tadım yapılan mahzen sıralanmış. Özel şarap mahzenleri her yıl binlerce kişiyi mıknatıs gibi bölgeye çekiyor. Şaraplar, aynen Kapadokya’da olduğu gibi, volkanik toprağa oyulmuş dehlizlerde dinlendiriliyor. İdeal tada ulaşmaları bekleniyor. Mahzenlerin özeliği, tüm duvarlarının tabaka tabaka küfle kaplı olması. Bizler duvarları küfle kaplı böyle bir mahzeni Tarcal Köyü’nde gezdik. Kovacs Kalman’a ait bu şarap mahzeni (Kovacs Kalman borasz Tarcal, Kereszturi ut. 47-49 Tel: 36 47380849), yığma küfle kaplı duvarlarıyla gerçek ötesi bir görüntüye sahipti. Mahzende sıcaklık her zaman 10-12 derece seviyesinde, duvarları kaplayan küf dokusunda cladosporium cellare isimli mantar sporları mevcut. Küflü duvarlar, ideal nem ve ısı, meşe fıçılarda olgunlaşmakta olan Tokay şarabının ideal tat ve kıvamda olmasını sağlamakta. Enteresan olan bu sistemin kendi içerisinde işlemesi: fıçılarda bekleyen şaraptan havaya yayılan alkolle beslenen küf mantarından havaya yayılan mantar sporları, meşe fıçıların tahtalarına sızarak şarabın tadının oluşumuna katkı sağlıyor, bu döngü devam ediyor.
Tokaj kasabasını gezip mahsenlerde güzel yemekler eşliğinde Tokay şarapları içtikten sonra Nyiregyhaza’ya döndük. Ertesi gün otobandan üç saatlik yolculuk beni Budapeşte’ye geri getirdi. İstanbul’a dönerken bu güzel kasabaları tekrar tekrar ziyaret etmenin hayalini kuruyordum.